Yol arkadaşım Bobby McGee

Uzun yıllar önce Bakırköy’de küçük bir stüdyoda ilk dövmemi yaptırırken fonda Janis Joplin çaldığını hiç sanmıyorum ama ben olayları kendi tarzımda hatırlamayı sevdiğimden, bu sahneyi de kafamda yeni baştan kurgulamayı tercih ediyorum:

On dokuz yaşındayım, bileğime Janis’in dövmesinden yaptırıyorum ve stüdyoda bangır bangır ‘Me and Bobby McGee’ çalıyor. Kendimi gerçek bir hobo gibi hissediyorum. Yola çıkmaya, otostopla dünyayı dolaşmaya hazırım. Canım acıyor ama coşkuyla şarkının sözlerine eşlik etmekten de geri kalmıyorum. Tabii, Janis’in gelmiş geçmiş en iyi şarkıcı olduğunu düşünüyorum.

Şimdi, aradan neredeyse yirmi beş yıl geçtikten sonra, yakın zamanda çok kıymetli müzisyen ve aktör Kris Kristofferson’ı kaybetmemizin derin üzüntüsüyle, yeniden ziyaret ediyorum bu tuhaf anıyı ve bu olağanüstü şarkıyı. Geçmişin yolculuk ve özgürlük hayallerine merhaba diyorum bir kez daha.

Şarkının öyküsü de çok tatlı aslında. Kris Kristofferson onu hiç tanışmadığı genç bir stüdyo sekreteri hanımefendi için yazıyor. Hanımefendinin ismini (Barbara “Bobbie” McKee) yanlış anladığı için de şarkının adı ‘Me and Bobby McGee’ olarak kalıyor. Tabii, bu, sekreter hanımın onu radyoda her duyuşunda sevinçten çıldırmasına engel olamıyor.

Bütün iyi yol şarkıları gibi bu şarkı da iki sevgilinin çılgın maceralarını anlatıyor. Kendini “kot pantolonu kadar solgun hisseden” anlatıcı ve Bobby kamyonların, tırların arkasında otostopla Amerika’nın güneyini dolaşıyor, cıvıl cıvıl New Orleans’ı ve ışıl ışıl Kaliforniya’yı ziyaret ediyorlar.

Kırmızı bandanalı anlatıcı, güzeller güzeli Bobby’ye çok fena tutulmuş durumda. Yağmur yağarken Bobby gitarını eline alıp blues söylemeye başladığında dünya daha iyi bir yer oluyor onun için. Ve belki de hepimiz için… Çünkü yağmurda blues dinlemek bütün yaraları sarmaya yeter, öyle değil mi?

‘BLUES SÖYLERKEN İYİ HİSSETMEK KOLAYDI’

Hatırlıyorum da, bu şarkıyı çok dinlediğim ilkgençlik yıllarımda ben de yolların evim olmasını istiyordum. Yolların evim olmasını ve nedense, kendimi kot pantolonum kadar solgun hissetmeyi. “Bobby blues söylerken iyi hissetmek kolaydı,” diyordu şarkı. “Ve iyi hissetmek benim ve Bobby McGee için yeterliydi.” İşte, bunun hayalini kuruyordum ben de.

Yola çıkmıştım aslında. Ama sadece bir kerecik. Ben on yedi yaşındayken Radiohead Selanik’e konser vermeye geldiğinde trene atlayıp gitmiştim oraya. Hayatımın en anlamlı olaylarından biriydi o zaman için. Sihir gibi bir şeydi galiba.

Sonrasında yol arkadaşım Yakup ve ben bütün ülkeyi bir uçtan bir uca otostopla dolaşmıştık. Tırların arkasında uyurken çok huzurlu ve güvende hissetmiştim kendimi. Ama bu kadarı bana yetmemişti.

KRIS KRISTOFFERSON’IN ÖZGÜRLÜK TANIMI

“Özgürlük, insanın kaybedecek hiçbir şeyinin kalmamasıdır,” diyordu Janis ve ben ne yaparsam yapayım, bir türlü kendimi özgür hissedemiyordum sanki. Şimdi bile, aradan bunca yıl geçtikten sonra, hiç gerçekten özgür oldum mu, bilmiyorum.

Öte yandan, Kris Kristofferson’ın özgürlük tanımı artık benim için geçerli olmayabilir. Ben artık özgürlüğün insanın kendisi olabilmesiyle ilgili olabileceğini düşünüyorum sanırım. Macera ve heyecan duygusu üzerinden değil, kendi bedeninde rahat olabilmesi üzerinden tanımlıyorum onu. Tırlarda uyumakla değil, içsel yolculuklar aracılığıyla bulunabilecek bir şey olarak.

Yine de o hissi çok özlüyorum. Yunanistan’ın küçük köylerinde misafir edilen hippi çocuklar olmayı… Ve tabii, yol arkadaşımla bağıra çağıra söylediğimiz şarkıları. ‘Me and Bobby McGee’yi ve bütün diğer sihirli müzikleri.

Kris Kristofferson şimdi Janis’e kavuşmuş mudur, bilmiyorum. Ama onun Bobby hakkında şarkı söylerken hayatı boyunca Janis’i düşündüğünü çok iyi biliyorum. Janis Joplin 1970 sonbaharında, ölümünden sadece birkaç gün önce stüdyoda bu şarkıyı kaydederken Kristofferson çok uzaklardaydı. Hatta onun şarkıyı söylediğinden haberi bile olmamıştı.

Sonraları memlekete dönüp de Janis’in kaydını dinlediğinde gözyaşlarına boğuldu ve söylediğine göre, bu şarkıyı ne zaman söylese, Janis’i düşünerek acı çekti. Tıpkı şarkıdaki anlatıcının, onu yolun ortasında terk eden Bobby’yi düşünürken acı çekmesi gibi.

Evet, sekreter Barbara değil ama şarkıdaki Bobby, bir hobo olmaktan yorulup da kendine bir yuva kurmaya karar vererek anlatıcıyı terk ettiğinde, bütün yarınları geçmişin tek bir günüyle değiştirmek istemişti bizimki. ‘Me and Bobby McGee’ bir yol şarkısıydı, elbette. Ama bu, geçmişe yapılan bir yolculuğun şarkısıydı aslında. Geçmişe duyulan özlemin.

Bense yirmi beş yıl sonra, yine bir sonbahar günü, bileğimdeki dövmeye bakıyorum şimdi. Janis’in dövmesinin etrafı yıllar içinde bambaşka motiflerle dolmuş, dövmem bambaşka bir şekle bürünmüş. Ama orijinali yine de oralarda bir yerlerde ve hep benimle. Tıpkı geçmişin hep benimle olacağı gibi; ben istesem de istemesem de.

Sonuç olarak, bir hobo olmadım. Bir zamanlar otostopla Yunanistan’ı dolaşmış bir yazar oldum sadece. Düşünüyorum da, kot pantolonum kadar solgun da olmadım hiç ama bu da iyi bir şey herhalde. Yani, yeterince iyi… Ve bu, benim ve Bobby McGee için yeterli.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir